Türkiye’de sivil toplumun tarihçesi
Türkiye’de sivil toplum, modernleşme çabalarının ilk dönemleri, tek partili dönemden çok partili döneme geçiş ve 1980 yılından sonra oluşan liberalleşme dönemi gibi değişik süreçlerden geçmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu tarihsel sürecine bakıldığında devlet, kurulduğundan 1980’e kadar siyasette himayeci bir anlayış benimsemiştir. Fakat 1980 yılından sonra ise Türkiye’de hem siyasi alanda hem de ekonomik alanda liberalleşme yönünde önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Cumhuriyet Osmanlı’dan kuvvetli bir devlet, zayıf bir sivil toplum yapısı devralmıştır. Osmanlı’daki gelenek ve yapının bir devamı olarak, Cumhuriyet döneminde de devleti yöneten bürokratik elit, toplumu bir arada tutmanın zorunlu koşulu olarak devleti görmüşlerdir.
Cumhuriyet dönemi sivil toplum yapısını inceleyecek olursak seksen öncesi ve sonrası olarak iki temel dönemden bahsedebiliriz. Seksen öncesi dönemi, tek parti döneminin siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan bir devamı olarak görebiliriz. Bu dönemdeki politikalar ve örgütlenme yapısı, devletten bağımsız bir sivil toplum alanının oluşumunu izin vermemiştir.
Cumhuriyet her ne kadar devlet-toplum ilişkisinde farklı bir başlangıcı temsil etse de devletin ideolojisi toplumu yukarıdan modernleştirme siyasetine devam etmiştir. Bu sebeple merkezle çevre arasında mesafe oluşmuş ve özerk bir sivil alanın olmadığı bir ortamda sivil toplumdan gelen tepkilerde genellikle dini temelde olmuştur. Dönemin temel özelliğine baktığımızda modern bir sivil toplum için gerekli koşulların üstten yapıldığı yasalar çerçevesinde şekillenmiştir. Bu üsten yapılandırma çalışmaları sivil toplumun kendi kendini oluşturan içsel dinamikleri göz ardı edilmiştir. Sonuç olarak sivil değil bürokratik bir toplum yaratmış, çevre ve siyasal merkez ilişkisinde denge kurulamamıştır.
1990 sonrasında çevre, kadın, insan hakları konularında Batılı anlamda sivil toplumun gelişiminin hızlandığını görmekteyiz. STK’lar etkilerini artırmış ve devlet politikalarını etkileyecek bir kapasiteyi ortaya koymuşlardır.
Her ne kadar 1990’lı yıllarda toplumsal değişimin etkisiyle STK’lara daha fazla önem verilmeye başlanmışsa da bu süreç yalnız toplumun iç dinamikleriyle açıklanmamalıdır.
Türkiye-AB ilişkileri, ülkemizde, sivil toplum üzerinde olumlu ve dönüştürücü bir rol oynayabilecek potansiyele sahip bulunmaktadır. Türkiye’nin içinde yer alma çabasını giderek yoğunlaştırdığı Batı’nın Türkiye üzerindeki etkileri de dikkate alınmalıdır.
Türkiye-AB ilişkilerinin sivil toplum üzerinde olduğu kadar sivil toplumun da bu ilişkiler üzerinde dönüştürücü etkisi olmaktadır. Bu yıllarda Türkiye’nin AB’ye üye olma çabaları sivil toplumun gelişmesi üzerindeki baskıları arttırmıştır. AB’ye üyelik kriterlerini uygulamaya başlamıştır. Ve o tarihten bugüne Türkiye sivil toplum alanında dikkat çeken bir ilerleme kaydetmiştir.
STK’lar özellikle yoksulluğun azaltılmasında, gelir dağılımındaki adaletsizliklerin hafifletilmesinde, dışlanmışlık alanlarında yaşanan toplumsal sorunların ortaya konulmasında, kamunun bu bağlamda aydınlatılması ve bu sorunlar üzerine kamuoyu yaratılarak bu sorunlara çözüm aranmasında başarılı olduğu ölçüde kurumsallaşacaktır. Ayrıca kamu yönetimi ve ekonomisini disipline eden büyük bir güç olarak ortaya çıkacaktır.
Uluslararası hukuk!
Türk Sağı’nın kendi ‘mahallesi’
Türkçülere düşen görev
Türk’ün geçmişi-geleceği: Zeki Velidi Togan
Milliyetçiliğin yeni yönü
Türkiyecilik
IŞİD’den kurtarılmayı bekleyenler
IŞİD’in militan fabrikası
Gençler batakta
Asya Yüzyılı ve Türkiye









