Türkiye, cumhuriyet tarihinin en zorlu ve en kritik süreçlerinden birini yaşıyor. Osmanlı Devleti'ni gerileme sürecine sokan ve koca Osmanlı'yı çökerten sebepler, bugün Türkiye'yi de kuşatmış bir durumda. Türk Devleti'nin temellerine tahrip gücü yüksek kalıplar yerleştirenler, kendi şahsi gelecekleri ile Türkiye'nin geleceğini bir tutuyorlar. Oysa kendi akıbetleri uğruna Türkiye'yi sürükledikleri nokta aydınlık bir yer değil. Kaldı ki Türkiye'nin bekası, geleceğini şahısların geleceğinden ayırmasından geçiyor. Devletin ve milletin geleceğini kendisine endekslemeye çalışan bir iktidar, tükenmiş ve ülkeyi de tüketmek üzere olan bir iktidardır ve Türkiye ile Türk milleti, bir şahsa, bir iktidara mecbur ve mahkûm olmayacak kadar büyük ve köklüdür.
Türkiye'nin içinde bulunduğu vaziyet ve sürüklendiği gelecek, emperyalizmin önce tek adama mecbur etme, sonra da tek adamı bahane ederek o ülkeye yaptırım ve müdahale olanağı oluşturma stratejisine göz kırpıyor. Irak böyle olmadı mı? Arap Baharı'nın arkasında da emperyalizmin bu klasik taktiği vardı. 15 Temmuz 2016'da yaşanan FETÖ'cü darbe girişimi, emperyalizmin Türkiye'ye karşı oynadığı oyunların en bariz göstergesi oldu. FETÖ'cü hainlerin bu darbe girişimi, Türkiye'nin acilen 1923 ayarlarına, yani kuruluş ayarlarına geri dönmesi ihtiyacını gün gibi ortaya çıkardı. Ancak memleket dâhilinde iktidara sahip olanlar Türkiye cumhuriyetini bütün meziyetleri ile fabrika ayarlarına döndürmek yerine 15 Temmuz fırsatçılığı yaparak KHK'lar ile devleti dizayn ettiler, ediyorlar ve cumhuriyetin otokratik bir rejime evrilmesinin eşiği olan bir sistem değişikliğini 16 Nisan'da gerçekleştirdiler.
Cumhuriyetin kuruluş ayarları; tek kişinin idaresini değil, halkın idaresini tesis etmiş, halkı etnik gruplarına göre değerlendirmek yerine, birleştirmek yoluna giderek ulus devleti gerçekleştirmiştir. Başta Büyük Gazi olmak üzere cumhuriyetin kurucu kadrosu, devlet-i aliyyeyi felakete sürükleyen sebepleri doğru analiz etmiş, bunlardan ders çıkararak cumhuriyetin meziyetlerini oluşturmuştur. Bugün ise tam tersi olmaktadır ve Türkiye'yi yönetenler 15 Temmuz'u ders olarak değil fırsat olarak görmektedirler. 15 Temmuz'dan ders çıkarmak, devlet kadrolarını FETÖ'den temizleyip, boşalan kadrolara başka dinci grupları yerleştirmek değildir. 15 Temmuz'un kanıtladığı bir başka gerçek ise, İslamcılığın bir asır sonra yeniden yenildiği ve Türk milletinin ülküsü olamayacağıdır. Aslında mevcut iktidarın bilhassa Orta Doğu politikası olmak üzere izlediği politikaların Türkiye'yi götürmüş olduğu nokta da bu gerçeğin bir başka kanıtıdır. Zaten İslamcılığın kaybettiğini kanıtlayan FETÖ'cü darbe girişimine de, onlara ne istedilerse veren İslamcı iktidar yol açmadı mı?
Türkiye, hem ortasında bulunduğu coğrafyalar açısından, hem de bu coğrafyalardan biri olan Orta Doğu'da yaşanan yangın açısından bakıldığında; devletin eyaletlere, milletin etnisitelere, toplumun tarikatlara, cemiyetin de cemaatlere bölünmemesinin şart olduğu bir ülkedir. Türkiye'yi etrafında bulunan hassas coğrafyalar arasında ayakta tutacak temel ülkü, birlik ülküsüdür. Birlik ülküsü ise, ulus devletin ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin yaşaması ile icra edilebilir. Günümüzde Türkiye ve Türklük içeriden ve dışarıdan kuşatılırken, Türk Devleti, geçtiğimiz yüzyılın en büyük mucizesini gerçekleştiren ruh ve ilkeleri şiar edinmeyecekse, ne zaman edinecektir? Felaket başa geldiğinde mi? Türk milletini işgalden zafere, zaferden cumhuriyete taşıyan o ruh ve kuruluş ayarları; vatanın bütünlüğünün korunması, halkın refahı, medeni insan olunması, hukukun üstünlüğü, adaletin eşit şartlarda uyarlanması, köylüye, işçiye, öğretmene, emekliye değer verilmesi, tüketen değil, üreten bir toplum olunmasının yoludur. Bu yol; millî politikaların izlendiği, millet birliğinin olduğu, ahlaklı ve faziletli bir toplumu ve bölgesinde ve bütün cihanda saygın ve güçlü Türkiye'yi inşa eden yoldur.
Şurası da muhakkak ki; kendini sağlam bilen hastanın tedavisi olmaz. Türkiye'nin bu yoldan gitmesinin, yani 1923'ün kuruluş ayarlarına dönmesinin yolu, Türk milletinin kendini yönetecek becerikli ve basiret sahibi bir kadroyu başına geçirmesinden geçiyor. Aksi halde, önüne gelen Türk hasmına kanıp, sonra da ülkenin geleceğinin kendi geleceğine endeksli olduğunu lanse eden bir iktidar ile yaşadığımız ve yaşayacağımız, tedavisi imkânsız hastalıkla mücadeleden ibarettir.