Sene 1974... Türk Ordusu Kıbrıs'a çıkarma yaptı. Muhalefet partileri dahil hiç kimse dönemin CHP-MSP hükümetine, "Ne işimiz var Kıbrıs'ta?" diye sormadı. Çünkü Kıbrıs'ta kurtarılması gereken bir Türk varlığı vardı ve Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de Yunanistan tarafından çevrelenme ihtimali baş göstermişti. Kıbrıs'a çıkılması gerekiyordu, çıkıldı ve sonuç alındı...
1990'lı yıllarda TSK, Irak'ın kuzeyine defalarca girdi, PKK terör örgütüne yönelik büyük harekâtlar icra etti. Yine kimse, "Ne işimiz var orada?" diye sormadı. Girilmesi, PKK'ya darbeler indirilmesi gerekiyordu. Girildi ve 2000'li yılların başında PKK'nın tükenme noktasına gelmesinde o harekâtların büyük payı oldu.
Sene 1996... Türkiye ile Yunanistan Kardak kayalıkları nedeniyle savaşın eşiğine geldi. Her ne kadar AKP'li yıllarda ekranların kadrolusu, gazetelerin köşe parselleyicileri haline gelen bir takım eski tüfekler, ikinci cumhuriyetçiler vs. "kaya parçası için neredeyse savaşacaktık" diye dalgalı bir eleştiri yapsa da, yine kimse "iki kayalık için savaşacak mıyız?" diye sormadı. Eğer Kardak kayalıkları Yunanistan'a bırakılsaydı, Türkiye'nin Ege'deki kıta sahanlığında bir daralmaya yol açacaktı. Şimdiye kıyasla çok daha aklı başında olan devlet, yani devlet aklı, bu gerçeği öngördüğünden Kardak'tan Yunan donanmasını bir şekilde ama geldikleri gibi gönderdi.
1998'in sonları... Türkiye, o dönem baba Esad'ın -siz Hafız Esad diye okuyun-, başında olduğu Suriye ile savaş noktasına geldi. Mesele, Suriye'nin terörist başı Öcalan'ı topraklarında barındırması ve PKK'nın Beka Vadisi'nden yönetiliyor olmasıydı. Ha girdik, ha gireceğiz derken, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş Paşa'nın sınıra gidip Suriye'ye tabiri caizse verdiği notanın ardından, Suriye bölücü başı Öcalan'ı topraklarından çıkarmak zorunda kaldı. O dönemde de yine kimse, "Niye Suriye'ye savaş açma noktasına geldik?" diye sormadı. Çünkü haklıydık, çünkü Suriye insanımızı katleden, vatanımızı hedef alan bir terör örgütünün başını koruyor, kolluyordu...
Ve 2019, Barış Pınarı Harekâtı... Her ne kadar AKP iktidarının vahim yanlışlar içeren politikalarından dolayı da yapılmak zorunda kalınsa da, her ne kadar ABD'nin sınırlı izni ile yapılıp ABD'den gelen heyetle yapılan görüşmelerin ardından durdurulsa da ve her ne kadar çok fazla bir sonuç alınamamış olsa da bu harekâtın da yapılması gerekiyordu, yapıldı. AKP'nin Fırat'ın doğusunda PKKistan'ı nasıl yarattığını ve ABD ile PYD'yi nasıl müttefik haline getirdiğini söyledik ama "Ne işimiz var Fırat'ın doğusunda?" demedik...
Şimdi ise gündem İdlib... 2018'de rejim ordusunun İdlib'e yapacağı operasyonu Soçi Mutabakatı ile durdurduk. Gerekçemiz, güya sınırımıza akın edecek mültecilerdi. Bölgedeki ılımlı muhalifleri, terör örgütlerini silahsızlandıracaktık. İdlib'deki gruplar ile rejimin kontrol ettiği bölgelerin arasına askerimizi gözlemci olarak yerleştirdik. Peki ya silahsızlandırma? El Nusra terör örgütü Soçi Mutabakatı'nın ardından neredeyse İdlib'in tamamını kontrol eder hale geldi. Sonrası ise malum... İktidarın ılımlı-ılımsız muhalifleri korumak için kalkan yaptığı askerlerimizi, rejimin, Rusya'nın saldırılarına karşı şehit vermeye başladık... Mülteciler mi? Neredeyse bir milyon sığınmacı sınırımıza dayandı...
Evet, "Ne işimiz var Suriye'de?" sorusu, eğer kasıt Fırat'ın doğusu ise, Afrin ise anlamsızdır. Ama "Ne işimiz var İdlib'de?" sorusunu, her Türk vatandaşının sorması millî bir zorunluluktur. Dikkat edin, önce sınırımıza yaşanacak göçler nedeniyle İdlib'de olduğumuzu savunan iktidar sahipleri, şimdilerde toplumu ikna için "bizi oraya Suriye halkı davet etti" gibi, muğlak, afaki ve hamasi bir söyleme başvuruyor. Suriye halkından kimler, hangi kesim, nasıl davet etti sizi? Suriye'de halk içerisinde Esad'a muhalif kesimlerin olmasını davet olarak mı algıladınız? İyi de, Suriye'de halkın Esad rejimini destekleyen kesimleri de var, onları ne yapacaksınız?
AKP iktidarı, Soçi Mutabakatı ile İdlib'den İhvancı özerk bölge çıkaracağını düşündü. Gelinen noktada ise, şehitlere rağmen halen bu sevda için İdlib ısrarı sürüyor...