Türkiye'nin ABD ile "güvenli bölge" anlaşmasına varmasının ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli konuya ilişkin, "Amerika'yı ikna ederek tehdidi azaltmak yadırganamaz" demişti. İktidar çevrelerinden de benzer yaklaşımlar olmuştu. Oysa Fırat'ın doğusunda ABD'nin inşa ettiği bir yapının ortadan kaldırılmasında ABD'nin ortaklık yapacak olmasını yadırgamamak, yadırganacak bir durumdu.
Güvenli bölge anlaşmasının ardından "ABD ikna edildi mi?" başlıklı yazımda şu ifadeleri kullanmıştım; "ABD'nin güvenli bölge planına ikna edildiğine inanmak, söylemek mümkün değil. Ortada bir ikna varsa, Türkiye'yi yönetenlerin bilerek ya da bilmeyerek Fırat'ın doğusundaki terör örgütü varlığının güvenliğinin sağlanmasına iknasıdır. ABD'nin Körfez Savaşı'ında Irak'ın kuzeyini yasaklı bölge ilan eden 36. Paralel uygulaması nasıl Barzanistan'ın oluşmasına yol açtıysa, güvenli bölge de Suriye'nin kuzeyinde PKKistan'ın oluşmasını sağlamak amacı taşıyor."
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise geçtiğimiz günlerde Malatya'da yaptığı konuşmada, "Biz bölgede yuvalanan terör örgütünü tamamen ortadan kaldırmayı hedeflerken onlar terör örgütüyle bizi aynı zeminde idare etmenin hesabını yapıyorlar. Anlaşılan o ki müttefikimiz, bizim için değil terör örgütü için güvenli bir bölge oluşturmanın peşinde." açıklamasını yaptı. Erdoğan şüphesiz ki haklı. Ancak bu haklılığı, güvenli bölge planının PKK/PYD'nin güvenliğini sağlayacağını daha ABD ile mutabakata varılmadan ifade ederek eleştirenlerin de haklılığını tescil etmiş oluyor. Oysa güvenli bölge planının terör devletinin bölgede perçinlemesine yol açacağını görmek zor değildi. Öyleyse şu soruyu sormak gerekiyor; AKP iktidarı PKK'ya binlerce TIR silah yardımı ile yatırım yapan ABD'nin, Türkiye'nin çıkarlarına yönelik bir adım atacağına gerçekten inanarak mı güvenli bölge mutabakatına vardı? Güvenli bölgeyi Türkiye'yi yönetenlerle birlikte ABD ve PKK da talep etmiyor muydu?
Dikkat edilirse, teröristbaşı Öcalan, 6 Mayıs tarihinde kamuoyuna aktarılan mesajında omurgasını PKK/PYD'nin oluşturduğu "SDG'nin (Suriye Demokratik Güçleri) yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmasını ve bu bağlamda Türkiye'nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmasından" bahsetmişti. Öcalan'ın bu yaklaşımı ile de ABD'nin güvenli bölge planı tamamen uyuşuyor. Güvenli bölge planı ile Türkiye oyalanmaya devam ederken, SDG tamamen koruma altına alınıyor. Dört ayaklı sözde Kürdistan'ın ikinci ayağı bölgeye perçinleniyor.
Suriye iç savaşında yaşanan ABD-Rusya çekişmesinde kazanan tarafın, Esad'ın ayakta kalması ve rejimin Fırat'ın doğusu haricinde ülke genelinde hâkimiyeti sağlamasıyla Rusya olduğu ortada. ABD'nin ise elinde sadece Kuzey Suriye kaldı ki, burayı da PKK/PYD ile kontrol altında tutuyor. Bu durumda Fırat'ın doğusundan terör varlığının kazınması, ABD'nin Rusya karşısında bir defa daha kaybetmesi demek. Cumhur İttifakı, ABD'nin böyle bir şeye üstelik mutabakatla razı olduğuna inanmamızı mı istedi? Bir kere buna inanmamız için, ABD'nin PYD'yi müttefik olarak görmekten vazgeçmesi lazımdı. Ancak Türkiye ile vardıkları mutabakata rağmen PYD, ABD için Suriye'de halen bir müttefik konumunda. İktidarın Suriye politikası, ABD ile PKK'yı müttefik, Türkiye'yi de PKKistan'a komşu yaptı. Şimdi ise sözde güvenli bölge ile PKKistan kalıcı hale getiriliyor. Erdoğan ise, güvenli bölge adı altında ABD'nin bu planında kendi iktidarı mutabık kalmamış gibi şikâyet ediyor. Yoksa Türkiye kamuoyu PKKistan'ı kabullendirilmeye mi hazırlanıyor?